General questions about the Joomla! CMS



Katolik, Ortodoks, Protestan Ne Demektir?


Hristiyanlar Katolik, Ortodoks ve Protestan olarak üç ana mezhebe ayrılmışlardır. Bu mezhepler arasındaki en önemli ayrılıklar nelerdir?

Katolik ve Ortodoks Arasındaki Farklılıklar Nedir?

Gerçekte Katoliklerle Ortodokslar arasında çok büyük bir farklılık yoktur. Temelde her iki kilise de bazı ufak öğretisel (teolojik) ayrılıkların dışında hemen hemen aynı öğretisel çizgiyi takip ederler. Bu iki kilise arasında var olan farklılıklar daha fazla bölgesel ve kilisenin yönlendirilişiyle ilgili farklılıklardır.


Hristiyanlık içinde en yaygın ve en fazla üyeye sahip olan Katolik kilisesinin kuruluşu iddiasına göre bizzat İsa Mesih ve resulleri (özellikle Petrus ve Pavlus) tarafından olmuştur. Katolik kilisesi başlangıçtan bu yana sadık ve kesintisiz bir şekilde resullerin öğreti ve uygulamalarını devam ettirdiklerini iddia ederler.

‘‘Katolik'' kelimesi ‘‘evrensel'' demektir. Kilisenin yönetim merkezi Roma'da olup evrensel boyutlu olduğundan bu kilise ‘‘Roma Katolik Kilisesi'' adıyla bilinir.

Bu kilisenin başında öleceği güne dek seçilip, Mesih'in görünür temsilcisi olarak kabul edilmiş bulunan ve Vatikan Roma'da yaşayan Papa bulunur.

KATOLİK ve ORTODOKSLARIN BİRBİRLERİNDEN AYRILMALARI

Bilindiği gibi ilk Hristiyan kilisesi Pentikost günü Mesih tarafından vaat edilen Kutsal Ruh'un inanlılar üzerine gelmesiyle Yeruşalim'de kuruldu. Fakat Yeruşalim'in M.S. 70'de Romalılarca harap edilmesinden sonra baskılar nedeniyle, bu kiliseler başka bölgelere Avrupa'ya, yani batıya kadar yayıldı (Elçi.1:8)


O zamanlarda dünyada egemen olan politik güç Roma imparatorluğuydu. İlk üç yüzyıl boyunca Hristiyanlar çeşitli ağır baskılara maruz kalmışlardı ama dördüncü yüzyılın başlarında (M.S. 312/3) Hristiyanlığa dönen Roma imparatoru Konstantin'in emriyle Hristiyanlara tam bir özgürlük sağlanmış ve böylece baskılar durmuş oldu.

M.S. 395'de ise Roma imparatorluğu Doğuda Konstantilop (İstanbul) ve Batı'da da Roma şehirleri başkent olmak üzere ikiye ayrıldı.

Yozlaşmaya başlayan Hristiyanlık güç ardına koşmaya başlayıp, Batılılar Roma'nın, Doğulular da Konstantilop'un dinsel merkez olması gerektiğini ileri sürmeye başladılar.

Roma devletinin desteğiyle günden güne güçlenen Roma kilisesinin rahibi kendisinin elçi Petrus'un halefi olduğunu, kilisenin tek evrensel şefi ve papası (babası) olduğunu bildirerek, Konstantilop patriğinin de onun yetkisini kabul etmesi gerektiğini ileri sürünce doğu kiliseleri buna karşı çıkıp birbirlerini aforoz ettiler ve bu şekilde 1054'te Batı'da Roma Katolik ve Doğuda da Ortodoks kilisesi oluşmuş oldu.

Ortodoks kelimesi ‘doğru' anlamına gelip, doğru inanca veya görüşe sahip olan demektir.


Papa'nın yanılmazlığı ve evrensel yetkisinin kabul edilmemesinin dışında Ortodoksları Katoliklerden ayıran diğer bir kaç nokta da şunlardır.


Katolik kilisesi rahiplerinin evlenmelerini yasaklarken Ortodoks kilisesi rahiplerinin evlenmelerine müsaade eder. Katolikler Kutsal Ruh'un hem Baba'dan hem de Oğul'dan çıktığını ileri sürerken Ortodokslar Kutsal Ruh'un yalnızca Baba'dan, İsa aracılığıyla çıktığını ileri sürerler.


Roma Katolik kiliselerinde vaftiz uygulaması yalnızca su serpmekle yapılırken, doğu Ortodoks kiliselerinde bu tamamen suya daldırılmak suretiyle yapılıyordu.

Ortodokslar yalnızca resimlerle yetinmekteyken batı kiliseleri heykel veya statüler de yapıyor ve bunları da şereflendiriyordu.
Ortodokslar Rab'bin Sofrasını ekmek ve şarapla yaparken Roma Katolikleri bunu yalnızca şaraba bulandırılmış kutsal ekmekle yapmaktaydı.


Ortodokslar ayinlerinde özellikle Yunancayı kullanırken, Roma Katolikleri Latinceyi kullanıyordu.
Ortodokslar bazı Hristiyan kutlamaların Katoliklerden ayrı tarihlerde kutlarlar. Örneğin Katolikler İsa'nın doğuşunu 25 Aralıkta kutlarken Ortodoksluk sistemi altında olan Ermeniler 6 Ocağı kutlarlar.


Bu farklılıkların dışında bu iki kilise diğer bütün konularda hemen hemen aynı inanç sistemini paylaşmaktadır. Ortodoksların yoğun olduğu bölgeler doğu bölgeleridir.

Ortodoks ve Katolikler arasında var olan bu ayrılık uçurumu tarih boyunca politik nedenlerden dolayı daha da derinleşti. Ama son dönemlerde Katolik kilisesi Ortodoksları yeniden kendi denetimine almak amacıyla çeşitli taktik ve atılımlarda bulunmuştur ve bu hala da devam etmektedir.

İncil'e Dayalı Protestanlarla Katolik ve Ortodokslar Arasındaki Farklılıklar Nelerdir?
Söylediğimiz gibi gerçekte Katoliklerle Ortodokslar arasında (Ermeni resuli, Süryani kadim, Kildani vs...) çok büyük bir farklılık bulunmamakta, temelde bu kiliseler hemen hemen aynı öğretisel çizgiyi takip etmektedirler.

Bu üç kilise içinde öğreti ve uygulamalarıyla farklılığı hemen göze batan kilise Mesih İnanlıları veya İncili Protestanlardır. ‘Protestan' kelimesi ‘protesto eden' anlamına gelip, kurulu kiliselerin İncil'den uzaklaşmış, İncil'e ters düşen öğreti ve uygulamalarını protesto ettiklerinden bu isim kendilerine verilmiştir.

Katoliklerce uzun yıllar ‘‘sapkınlar'' olarak ilan edilen Protestanlar Vatikan II Konsülünden itibaren ‘ayrı kardeşler'' veya ‘‘kardeş kilise'' olarak görülmeye başlanmıştır.
Aralarında bulunan farklılıklara geçmeden önce Mesih İnanlılarının Katolik ve Ortodokslarla birlik içinde olduğu şu bir kaç noktayı vurgulamamız şüphesiz yararlı olacaktır
Tanrının varlığı, ebediliği, yüceliği ve üçlü-birliği, İsa Mesih'in yaratılamayıp ebediyen var olduğu, O'nun tam Tanrı ve tam insan olduğu.


İsa Mesih'in Kutsal Ruh aracılığıyla Meryem anadan mucizevî bir şekilde doğduğu, tamamen günahsız ve kusursuz olup, günahlarımız için haça gerilip öldüğü, üçüncü gün ölüler arasından bedenen dirilerek öğrencilerine göründüğü ve kırk gün sonra da diriliş bedeniyle göğe çıkması.


İsa Mesih'in ikinci kez görkemle yargı için geleceği, diriliş olacağı ve inananları cennete, inanmayanları da cehenneme atacağı Kutsal Ruh'un bir etki olmayıp üçlü-birliğin üçüncü şahsiyeti olduğu.


Meleklerin ve aynı zamanda Şeytan ve cinlerinin ruhi şahsiyetler olarak var olduğu.
Kutsal Kitap'ın Tanrı'nın esini olduğu vs...


Bu ortak noktaları vurguladıktan sonra şimdi Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodoksluktan ayıran temel öğreti ve özelliklerin ne olduğunu birlikte incelemeye geçebiliriz.


DAYANILAN YETKİ KONUSUNDAKİ FARKLILIK


Katolik ve Ortodoks kiliseleri inanç ve uygulamalarının tespit edilmesi hususunda iki temel yetkiye dayanır. Bunlar Kutsal Kitap ve Kilise gelenekleridir.

Kilise gelenekleri derken kilise babalarının öğretileri, Papa'nın öğretileri, kilise konsüllerinde alınan kararlar ve kilise tarihi boyunca kiliseye sokulan öğreti, örf ve adetler anlaşılmaktadır.

Katolikler, Kutsal Kitap ve bu kilise geleneklerini eşit bir şekilde Tanrı sözü olarak benimsemektedirler. Vatikan 1 ve 2 Konsülleri'nde bu düşünce şöyle ifade edilmiştir:
‘‘Kutsal gelenekler ve Kutsal Kitap tek tanrısal bir kaynaktan ileri gelerek tek bir akımda toplanır ve tek sonuca yönelir... Kutsal Kitap ve Gelenekler eşit bir saygı ve duyguyla kabul edilip şereflendirilmelidir'' ( Dei Verbum, 9,10).


Hatta Kilise ve kilise gelenekleri çoğu zaman Kutsal Kitap'tan daha üstün ve önde tutulmaktadır. Örneğin Kilise gelenekleriyle Kutsal Kitap arasında bir tezat belirdiğinde Katolik ve Ortodokslar kiliseyi ve kilise geleneğini izlemeyi tercih ederler.

İncil kitaplarının kilise tarafından tespit edilip yetkilendirildiğini ileri sürerek, Kutsal Kitap'ın yalnızca kilise tarafından yorumlanıp anlaşılacağını iddia ederler. Kilisenin dışında Kutsal Kitap'ı doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak onlara göre olanaksızdır.


Fakat bunun karşıtında Protestanlar iki değil, yalnızca tek bir yetkiyi, yani Kutsal Kitap yetkisini kabul ederler. Konsüllerin, geleneğin, kilise babaları veya öğretmenlerinin değerini her ne kadar kısmen takdir etseler de bunların asla Kutsal Kitap'a eşdeğer bir yetki veya Tanrısal söz olarak kabul edilemeyeceğini vurgularlar.

İşte Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslardan ayıran temel ve ana özellik budur. Eğer herhangi bir Katoliğe veya Ortodoks'a neden dolayı buna veya şuna inanıyorsun diye sorulursa genelde alınan yanıt şöyle olur:

‘‘Böyle inanıyorum çünkü kilisemiz veya papazımız böyle öğretir' ‘ . Oysa aynı soru bir Mesih İnanlısına yöneltildiğinde O hiç tereddüt etmeden ‘ ‘böyle inanıyorum, çünkü Tanrı'nın sözü Kutsal Kitap böyle öğretir'' der.

Acaba bu görüşten hangisi doğru ve Tanrısal gerçeklere uygundur? Sadece Kutsal Kitap'ın yetkisinin kabul edilmesi mi yoksa Kutsal Kitap'a başka kaynak, gelenek ve yetkilerin de eklenip bunların eşit derecede izlenmesi mi?


Mesih İnanlılarının yanıtı kesin ve açıktır:


Yani yalnızca Kutsal Yazılar'ın yetkisi. Yalnızca Kutsal Kitap Tanrı'nın ilham edilmiş sözü olduğundan inanç ve uygulamalarımızın tespit edilmesi hususunda yalnızca o tek ölçü olmalıdır. Kutsal Kitap'ın yanında veya dışında başka ek bir yetkiye bel bağlamak ancak karışıklığa ve sapıklığa götürür.

İsa Mesih'in, onun elçilerinin ve ilk yüzyıl imanlılarının öğretisi daima bu doğrultuda olmuştur. Onlar inanç ve uygulamalarını kesinlikle adetler üzerine değil ama yalnızca Tanrı'nın sözü üzerine kuruyorlardı.

Örneğin İsa Mesih yeryüzündeyken dinsel adetlerin esiri haline gelmiş Ferisileri ve din bilginlerini geleneklerinden dolayı açıkça mahkûm etmiş, öğrencilerini de bu insan icadı geleneklerin tehlike ve yıkımlarına karşı uyarmıştır:
‘‘Kudüs'ten bazı Ferisiler ve din bilgileri İsa'ya gelip şunu sordular: ‘‘Senin öğrencilerin neden atalarımızın geleneğine karşı geliyorlar? Yemekten önce ellerini yıkamıyorlar.'' İsa onlara şu karşılığı verdi:

‘‘Ya siz, neden geleneğiniz uğruna Tanrı buyruğuna karşı geliyorsunuz? Geleneğiniz uğruna Tanrı'nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz. Ey ikiyüzlüler! Yeşaya'nın sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne doğrudur: ‘‘Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzaktır. Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan kurallarıdır''
(Mat.15:1-9).

Bu sözlerle açıkça İsa Mesih Kutsal Yazılar'ın geleneklerden kesin üstünlüğünü vurguluyordu. Yine başka bir fırsatta İsa Mesih kendisini deneyen Şeytan'a üç kez ‘‘Yazılmıştır'' ifadesiyle karşı koymuştur, gelenekler veya kurallar böyle öngörüyor veya diyor diyerek değil! (Mat.4:1-11)


Elçi Pavlus da gelenekler hususunda inanlıları şöyle uyardı ‘‘Dikkatli olun! Mesih'e değil de, insanların geleneğine ve dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin.'' (Kol. 2:8)


Başka bir bölümde de elçi Pavlus Kutsal Yazılar'ın rolü ve yetkisi hakkında genç Timoteos'a şunları yazdı: ‘‘Mesih İsa'ya olan iman aracılığıyla seni bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güçte olan Kutsal Yazıları da (gelenekleri değil!) çocukluğundan beri biliyorsun. Kutsal Yazıların tümü (kilise gelenekleri değil!) Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde (gelenekler değil) Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur.'' (2.Tim.3:15-17)


Pavlus ve Silas'ın ilan ettiği bildirinin doğruluğunu Veriya'lılar geleneklerine bakarak değil ama ellerinde bulunan Kutsal Yazılar'a bakarak kontrol ediyorlardı:
‘‘Veriya'daki Yahudiler, Selanik'tekilerden daha açık fikirliydiler. Tanrı sözünü büyük ilgiyle karşılayarak her gün Kutsal Yazıları inceliyor, öğretilenlerin doğru olup olmadığını araştırıyorlardı.'' (Elçi.17:11)


Bundan başka Kutsal Kitap açık bir şekilde biz insanların kilise ve insan adetlerine göre değil ama Tanrı'nın ve İsa Mesih'in sözüne göre yargılanacağını vurgular
‘‘Beni reddeden ve sözlerimi kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri var. O kişiyi son günde yargılayacak olan, söylediğim sözdür.'' (Yuh.12:48 )


Tanrı da kilise kurallarından veya geleneklerinden değil ama kendi ‘ ‘sözünden titreyen adama baktığını' ‘ bildirir (Yeş.66:2). Kutsal Kitap'ın yanına başka bir yetki koymak özden uzaklaşıp, sapıklıklara kaymanın temel kaynağıdır. Bu aynı zamanda bütün tarikatların da içine düştüğü tehlikeli bir tuzaktır.

Bu nedenledir ki, Katolik ve Ortodoks kilise geleneklerinde kayıtlı bulunan ve Kutsal Kitap gerçekleriyle alakası bulunmayan bir yığın efsane ve hikayeler mevcuttur. Bunlar her ne kadar İncil öğretilerine ters düşse de ne yazık ki bir yığın insan bunlara Tanrı'nın sözüymüş gibi inanır ve izler
Gelenekler kaygan kum gibi; ama Kutsal Kitap sarsılmaz, sabit bir kaya gibidir. Gök, yer, insan ve gelenekleri gelip geçer veya bozulur ama Rab'bin sözleri ebediyen durur (Mat.24:35).

İşte bizim geleceğimiz ve güvenliğimiz de yaşamımızı neyin üzerine kurduğumuza bağlıdır. Acaba yaşamımızı geçici ve değişken insan gelenekleri üzerine mi yoksa değişmez ebedi Tanrı sözü üzerine mi kuruyoruz?


İlk yüzyıldaki kilisenin inanılması gereken kitapları tespit edip yetkilendirme iddiası da yanlış olup, hiç de kilise veya geleneklerin Kutsal Kitap'tan daha değerli ve önemli kılmaz. Kilise, İncil kitabına yetki veya değer sağlamadı, ama zaten İncil'de var olan yetkiyi ve değeri tanıdı, bir kuyumcunun önüne konulan metalın altın, gümüş veya bakır olup olmadığını tanıdığı gibi.
Kutsal Kitap'ın yalnızca kilise tarafından anlaşılıp yorumlanabileceği düşüncesi de Kutsal Kitap'a göre yanlıştır.

Samimi bir şekilde, dua ile ve Kutsal Ruh'un yardımıyla Kutsal Kitap'ı okuyanlar onun kurtuluş mesajını kolaylıkla anlayabilirler (bkz. Yuh.20:31; 2.Tim.3:15-17).

Katolik ve Ortodoks kiliselerinin Kutsal Kitap konusunda diğer önemli bir yanılgısı da 1546'da Protestanlara bir tepki olarak bazı sapık inançlarına destek buldukları Apokrifler olarak adlanan 14 kitapçığın Kutsal Kitap'a eklenilmesidir.

Oysa ne İsa Mesih ne öğrencileri ne ilk çağlardaki inanlılar ne de kendilerine Kutsal Kitap sağlanan Yahudiler bu yazıları hiç bir zaman Tanrısal esinli kitaplar olarak görmemiş, inanç veya uygulamalarını desteklemek için onların yetkisine başvurmamışlardır.

Kutsal Kitap'la eşdeğerde tutulup, Tanrı'nın sözü olarak kabul edilen geleneklerin ve bu apokriflerin Kutsal Kitap'a ve kiliseye sokulması İsa Mesih'in şu sözlerinin açık bir ihlalidir:


‘‘Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Eğer bir kimse bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.

Eğer bir kimse bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır'' (Esin.22:18-19).


Bu temel konuda siz de şahsen bir karar almalısınız. Acaba siz Kutsal Kitap ve geleneklerden oluşan çifte yetki üzerine mi yoksa yalnızca Kutsal Kitap yetkisi üzerine mi yaşamını kuracaksınız? Seçim sizindir. Papanın Yetkisi ve Yanılmazlığı Konusunda Farklılık?

Mesih İnanlıları Roma papalık sistemini ve yetkisini tamamen reddederler. Katolik kilisesi papayı şu görkemli unvanlarla çağırır: ‘‘Tüm Hristiyanların papası'' (yani babası), ‘‘çobanı ve şefi'', ‘‘kutsal peder'', ‘‘Mesih'in görünür temsilcisi'', ‘‘Petrus'un halefi'', ‘‘elçilerin prensi'', ‘‘aracı'' , vs... Hemen belirtelim ki, yalnızca İsa Mesih'e verilen ve verilmesi gereken bu unvanların papaya verilmesi ve onun tüm Hristiyanlar üzerinde bu derece büyültülmesi Kutsal Kitap gerçeklerine tamamen aykırı düşmektedir.

İsa Mesih açık bir şekilde kendisini izleyenlerin eşit olduğunu ve birinin diğerlerinin üzerine yükseltilmemesi gerektiğini bildirmiştir. Büyüklük sevdasına kapılan öğrencilerine İsa Mesih şöyle demiştir:


‘ ‘Bilirsiniz ki, ulusların önderleri onları egemenlik hırsıyla yönetirler, ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkarı ve kulu olsun'' (Mat.20:20-27).


Başka bir olayda da İsa Mesih öğrencilerine şunları bildirdi:
‘‘Kimse sizi ‘Rabbi' diye çağırmasın. Çünkü bir tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye ‘Baba' demeyin. Çünkü bir tek Babanız var, O da göksel Baba'dır. Kimse sizi ‘önder' diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz var, O da Mesih'tir. Aranızda en üstün olan, diğerlerinin hizmetkarı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir'' (Mat.23:8-12).


Bu sözler öncülerini ‘Baba', ‘Rab', ‘sahip ‘ veya ‘efendi' olarak çağırmayı alışkanlık edinen Katolik ve Ortodoksların ne derece yanılgıda olduğunu sanırız açıkça göstermektedir. Katolik kilisesince ilk papa olarak benimsenmiş olan elçi Petrus hiç de kendisini en önde gelen papa olarak değil fakat diğer öncülerle bir tutarak ‘‘ben de onlar gibi bir ihtiyar'' diye tanıtır (1.Pet.5:1-5).

Kornelyus onun ayaklarına kapanınca o ‘ ‘kalk ben de insanım'' diyerek onun kendisini onurlandırmasına engel oldu (Elçi.10:25-26). O'nun bu tutumu Katolik papalarının onurlandırma konusunda takınmış olduğu tutumdan ne kadar farklıdır!


Katolik kilisesi daha da ileri giderek 1870 yılında yapmış olduğu Vatikan konsülünde papanın ‘yanılmaz' olduğunu da ilan ederek sapıklığının doruğuna ulaştı. Katolik kilisesi, Papa'nın öğreti ve ahlak konusunda resmen beyan ettiği bütün düşüncelerde hatasız ve yanılmaz olduğunu ve bunların Kutsal Kitap sözleri gibi bütün Hristiyanlarca kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer! (Hristiyan Dinini Özü, 1987, sf.19).


Oysa bizzat Katolik kilisesinin tarihi bu iddianın ne derece çürük ve yanlış olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Tarih boyunca papaların desteklediği haçlı seferleri, korkunç engizisyon mahkemeleri, birbirleriyle çelişen bir sürü öğreti ve açıklamalar bu iddianın gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu gösterir.

Bir çok ‘‘kutsal pederlerin'' şahsi yaşamları da kutsal bir yaşamdan tamamen uzaktı. Ahlaksızlık, taht kavgası, üstünlük sevdası, yalan dolan, gaddarlık, politik hırs vs...
Topluluğumu bu kayanın üzerine kuracağım... göklerin Egemenliğinin anahtarlarını sana vereceğim'' derken onu yanılmaz veya diğerlerinin üzerine egemen atamıyordu (Mat.16:13-20). Zaten bu beyandan hemen sonra Petrus Mesih'in ölümü konusunda yanılgıya düşmüş ve İsa da onu ‘Şeytan' diye adlandırmıştır!! (Mat.16: 21-24).

Ne Petrus'un kendisi ne de diğer elçiler Mesih'in bu beyanını hiç de bu şekilde anlayıp yorumlamadılar. Elçi'lerin işleri kitabında okuduğumuz gibi ilk Kudüs konsilinde Petrus ilk yerde değil ama Barnaba, Pavlus ve Yakup gibi yalnızca söz alanlar arasındaydı.

Konsil'in aldığı kararlar da yine Petrus'un değil ama elçilerin adıyla onaylanıp kiliselere ulaştırıldı (Elçi 15:1-29). Bundan başka elçi Petrus Yuhanna ile birlikte Samirye kentine bir görevi yerine getirmek amacıyla diğer resuller tarafından gönderiliyor (Elçi 8:14).

Eğer o ilk papa olsaydı kendisi başkasını görevlendirmeliydi bu hizmet için. Elçi Pavlus da Petrus'u en önde gelen yetki veya papa olarak değil ama Yakup ve Yuhanna gibi ‘‘ topluluğun direklerinden biri'' olarak görüyordu. (Gal.2:9).

Hatta Pavlus milletler hakkındaki tutumundan dolayı Petrus'la muhalefete girerek onu ‘‘ikiyüzlü'' olarak suçlamıştır (Gal.2:11-14). Eğer Pavlus Petrus'u yanılmaz bir papa veya evrensel kilisenin yetki sahibi tek çobanı olarak görseydi böyle bir harekette bulunup onu herkesin önünde eleştirmeyecekti.


Şüphesiz Petrus ilk kilisede önemli bir rol oynamıştır. Dile getirmiş olduğu iman ikrarıyla gerçekten de kilisenin ilk taşı veya taşlarından oldu o (Efs.2:20). Ama iyi bilinmelidir ki, ‘‘hiç kimse atılan temelden, yani İsa Mesih'ten başka bir temel atamaz'' ( 1.Kor.3:11).

Petrus, Pentikost günü üç bin kişinin tövbe etmesine öncülük ederek ve milletlerin imana gelmesine ilk aracı olmakla sözü edilen göklerin egemenliğinin anahtarlarını gerçekten de kullanmaya başlamıştır (Elçi.2:14-41; 10:1-48 Unutmayalım ki, Kutsal Kitap'a göre Mesih'in yerini alıp O'nun temsilcisi olan Petrus veya herhangi bir papa değil ama Kutsal Ruh'un kendisidir. (Yuh.14:16-18,16:7-15).

Bundan başka Petrus'a verilen yetki daha sonra genelleştirilerek ilk yüzyıldaki bütün elçilere verilmiştir (Yu. 21:22-23). Yine belirtmeliyiz ki, Kutsal Kitap birçok çobanlık, müjdeci, öğretmen, şemmaslık vs... gibi imanlılara verilen ruhsal armağanlardan söz ederken, kesinlikle kiliseye verilen bir papalık armağanından söz edilmez. Böyle bir armağan mevcut değildir (Efs.4:11-13; 1.Kor.12:4-11).
Petrus'un Katoliklerin iddiasının tersine Roma'da papalık veya rahiplik yaptığı da meçhuldür. Kutsal Kitap beyanları daha ziyade bunun aksine tanıklık etmektedir.

Örneğin Pavlus Romalılara ve Koloselilere yazdığı mektuplarında Roma'da bulunan inanlıların adlarını bir bir sıralarken Petrus'un adı hiç geçmemektedir! (Rom.16. Kol.4).

Yine Pavlus Roma'ya vardığında oradaki imanlılar onu karşılamaya gelir ama aralarında yine ne Petrus var ne de onun izi... Bunlar bir kez daha Katoliklerin Petrus ve papalık hakkında sahip oldukları görüşlerinin yanlışlığını onaylar.

Papalık yetkisi günümüze dek kesintisiz olarak süregeldi iddiası da tarihsel gerçeklerin ışığında yanlış çıkıyor çünkü bazı dönemlerde aynı anda iki papa hüküm sürüyordu ya da kilise belirli süre papasızdı.

Daha önemlisi Kutsal Kitap açık bir şekilde birinden başkasına aktarılarak süregelen bir papalık veya kahinlik hizmetinden söz etmez. Kâhinlik hizmeti ilk anlamıyla Yahudi sistemine dayalı olup Levi sıptına ayrılan bir hizmetti.

Mesih'in ölümüyle bu kahinlik hizmeti ve kurban sunma eylemi doruğuna vararak kesinlikle son bulmuştur (İb.7:26-7).

 

Tanrı'nın En Büyük Buyruğu Nedir?

 

Bir gün, din adamları İsa Mesih'in etrafına toplandı ve aralarından birisi, İsa Mesih'e Tanrı'nın en önemli buyruğunun ne olduğunu sordu?

İsa Mesih ona şu karşılığı verdi:

“Tanrın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin. İşte ilk ve en önemli buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da şudur: Komşunu kendin gibi seveceksin.”

İsa Mesih'ten yaklaşık 1500 yıl önce, Musa Peygamberin günlerinde, Tanrı, On Emir'le aynı şeyleri söylemişti.


İşte Tanrı'nın tüm insanlara buyurduğu on emir:

Tanrı şöyle konuştu:
“Seni Mısır'dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim.

1- Benden başka tanrın olmayacak.

2- Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir     canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben Tanrın RAB kıskanç bir Tanrı'yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm.

3- Tanrın RAB'bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır.

4- Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB'be Şabat Günü olarak adanmıştır... Şabat gününü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.

5- Annene, babana saygı göster.

6- Adam öldürmeyeceksin.

7- Zina etmeyeceksin.

8- Çalmayacaksın.

9- Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin.

10- Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.”

Yukarıdaki on emri dikkatlice okursanız, ilk dört tanesinin Tanrı'yı  bütün yüreğimiz, bütün canımız ve bütün aklımızla sevmek hakkında ve son altı tanesinin de diğer insanları kendimiz gibi sevmek hakkında olduğunu göreceksiniz.

Tanrı hem Musa peygamber aracılığıyla hem de İsa Mesih aracılığıyla biz insanlara aynı şeyleri söylüyor.

Tanrın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin. Komşunu da kendin gibi seveceksin.”

 

İsa Mesih neden bu kadar önemli?


Bütün insanlar günahkardır. Yeryüzünde günah işlemeyen hiç kimse yoktur. Herkes şu ya da bu biçimde Tanrı'nın hoşuna gitmeyecek sözler söyler, eylemler gerçekleştirir ya da kötü şeyler düşünür. Bunların hepsi günahtır. İnsanlar günah işledikleri için Tanrı'dan uzaklaştılar. Giderek daha çok mutsuzluk, yalnızlık ve çözümsüzlük içinde yaşamaya başladılar.


Tanrı adil olduğu için günahları yargılamak zorundadır ve günahın cezası ölümdür. Bu ölüm sadece bedenimizin ölmesi değil aynı zamanda fiziksel ölümden sonra ruhumuzun da cehenneme gönderilerek sonsuz ölüme mahkum edilmesi anlamına gelir.

Ancak,

Tanrı insanları sevdiği için onların cehennemdeki sonsuz ölümden kurtulup cennette sonsuz yaşama yeniden kavuşabilmeleri amacıyla Kendisinden bir öz olan İsa Mesih'i dünyaya yolladı. "Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun" (Yuhanna 3:16).

İsa Mesih, bakire olan Meryem'den mucizevi bir şekilde doğarak bu dünya'ya geldi. Doğal yollardan bir kadınla bir erkeğin birleşmesi sonucu değil de Tanrı'nın bir mucizesi sonucu bakire bir kızdan doğduğu için, Tanrı'nın Oğlu diyoruz. Tanrı, İsa Mesih'i, bu dünyaya, normal insanlar gibi bir yaşam sürmesi için göndermedi. Aksine, Biz insanların işlediği ve gelecek kuşakların işleyebileceği bütün günahların bedelini ödemesi için gönderdi.


Yukarıda da belirttiğimiz gibi günahın ücreti ölümdür. İşlediğiniz günah ne olursa olsun bedeli ölümdür. İster bir kadına şehvetle bakın, ister beyaz bir yalan söyleyin, isterseniz de hırsızlık yapın ya da cinayet işleyin, cezanız ölümdür. En küçük günahın bile cezası ölümdür. Bütün insanlar günah işledikleri için, Tanrı tarafından yargılandıkları zaman sonsuz ölüme mahkum edilecekleri kesindir.

İsa Mesih'ten önce, insanlar işledikleri her bir günah için bir günah keçisi alıp tapınağa giderlerdi. Tapınankta, günah işlemiş olan kişi elini keçinin ya da koyunun başı üzerine koyup günahlarım için bu hayvanı günah kurbanı olarak sunuyorum dedikten sonra hayvanı boğazlayarak öldürürdü. Böylece o kişi işlemiş olduğu günahın bedelini ödemiş olurdu.


Oysa, biz insanlar işlediğimiz her günah için bir hayvanı öldürecek olursak dünyada hayvan kalmaz. Siz de biliyorsunuz ki, hayvanları günah sunusu olarak sunmak sadece geçici bir çözüm olabilir. Biz insanların daha kalıcı bir çözüme ihtiyacı vardır.


İşte bu noktada İsa Mesih'e ihtiyacımız vardır!


Tanrı, İsa Mesih'i çarmıha gerilip bütün insanların günahlarını ortadan kaldıran kurban sunusu olması için bu dünyaya göndermiştir. İsa Mesih'in çarmıha gerilip öldürülmesi, ne Tanrı için ne de İsa Mesih'in kendisi için bir sürpriz, ya da beklenmedik bir olay değildi.

İsa Mesih özellikle bunun için bu dünyaya geldi.

Biliyorsunuzdur ki, İsa Mesih 33 yaşında, çarmıha gerilmeden önce, çok büyük mucizeler yaptı; ölüleri diriltti, hastaları iyileştirdi. Sizce kendisini çarmıha germek isteyenleri durdurmak isteseydi bunu yapamaz mıydı? Elbetteki yapabilirdi. Peki neden yapmadı?

Çünkü, bu dünyaya gelişinin asıl amacı insanların günahlarını ortadan kaldıran kurban sunusu olarak ölmek ve üç gün sonra ölümden dirilmekti. 

Eğer İsa Mesih, bakire bir kızdan doğarak dünyaya gelmeseydi, çarmıh üzerinde ölmeseydi ve üç gün sonra ölümden dirilmeseydi Hristiyanlık inancı sadece bom boş bir safsata olurdu.
Biz Hristiyanlar, İsa Mesih'i günahlarımızın kurbanı olarak kabul ediyoruz.

Bizim günahlarımızın bedelini ödemek için çarmıh üzerinde öldüğüne, üç gün sonra ölümü yenerek ölümden dirildiğine, bir çok kişiye göründükten sonra Tanrı tarafından göğe alındığına, kıyamet günü bütün insanları yargılamak için geri geleceğine ve sadece kendisine inananları cennete gönderirken kendisine iman etmeyenleri işlemiş oldukları günahlarının bedeli olarak sonsuz ölüme mahkum edeceğine inanıyoruz.

Bu konuyu ciddiyetle düşünmenizi öneriyoruz!

Sadece, İsa Mesih'i günahlarınızın kurbanı ve yaşamınızın kurtarıcısı olarak kabul ettiğiniz taktirde sonsuz yaşama kavuşabilirsiniz. Aksi taktirde, yargı gününde, Tanrı tarafından yargılandığınızda, kendi günahlarınızdan dolayı sonsuz ölüme mahkum edileceksiniz.


İsa Mesih'e iman etmek ve sonsuz yaşama kavuşmak hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz kilisemizi ziyaret edebilirsiniz veya, e-posta ya da telefon aracılığıyla bize ulaşabilirsiniz.

Esenlikle kalın.

 

Hristiyan Olmak için Ne Yapmalıyım?


Hıristiyan olmak bir futbol takımından bir başka takıma geçer gibi forma değiştirmek ya da falanca siyasi partiden usanıp öbürüne geçmek gibi bir taraf tutmak meselesi değildir


Hıristiyanlık İsa'yı örnek almak, O'nun buyruklarına uymak ve ona yakışan ve İsa'nın yaşadığı günahsız hayata benzer bir yaşam sürmeyi arzu etmek, buna kesin karar vermektir. Ancak bu yeterli değildir, çünkü bu bir iman sorunudur.

Kutsal Kitabın Rab'bin sözü olduğuna ve onda yazılanların doğru ve güvenilir olduklarına yürekten iman etmelisiniz.

Eğer İsa için Kutsal Kitap o çarmıhta bizim günahlarımız için öldü, diyorsa ve bu size inanılmaz bir şey olarak görünüyorsa bu konuları araştırmanız doğru olur.

Tanrı gözü kapalı bir imanı istemez, ancak unutmayın ki, insan aklı da bilgisi de sınırlıdır. Bütün sorularınıza cevap bulmayı beklerseniz, ömrünüzün son günü gelir ama iman edeceğiniz o gün asla gelmez. Kutsal Kitap, İncil/İbraniler imanı görmediğine inanmak olarak tanımlıyor. İman etmeniz gereken temel konular ise şunlar:

a. Tanrı sizi seviyor ve sizin için harika bir planı var.

b. Ancak insan Adem'den beri günah içindedir ve Tanrı'dan kopmuştur. Tanrı ile aramızda yaratılışta var olan yakın ilişki günah nedeniyle kırılmıştır.

c. Fakat bizi yaratan RAB Tanrı, bizi asla terk etmedi ve insanla barışmak istedi.

d. Tanrı, dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik Oğlu'nu verdi. İsa Mesih çarmıhta senin yerine ve senin günahlarının cezasını çekerek, seni günahtan kurtarmak ve sana sonsuz yaşam vermek için öldü.
Dökülen kutsal kanıyla seni günahından arındırdı ve kendisine Rab ve Kurtarıcı olarak iman eden ve edecek olan herkese Tanrı'nın çocukları olma ayrıcalığını verdi.

e. Onu bugün hayatına kendi isteğinle ve imanla Rab'bin ve Kurtarıcın olarak davet eder, günahlarını itiraf ederek ondan af dilersen, Rab İsa söz verdiği gibi hayatına girerek ona düzen verir, günahlarını bağışlar ve sana vaktiyle elçilerine verdiği Kutsal Ruh'u verir.

f. Eğer yukarıda a-e arasında anlattıklarımın doğru olduğuna bütün kalbinle inanırsan bir odaya gir, yalnız başına ya da bir Hıristiyan kardeşin yanında bunlara inandığını açıkça söyle ve İsa'yı hayatına davet et. O bir hırsız değil.

Kapıyı çalar ama nazikçe yapar bunu, onun için de İncil'de
İşte orada durmuş kapıyı çalıyorum. Kim sesimi işitir de kapıyı açarsa... dediğine göre kapıyı sadece çalıyor. Yumruklamıyor.

Tanrının kendi yarattığı insana değer verdiğini, bu çok önemli kararı vermeyi insana bıraktığını gösterir.

Onu davet ettiğin anda Hıristiyan olursun, ama sakın unutma bu son değil sadece bir başlangıçtır ve bu yolu tek başına evinde Kutsal Kitap okuyarak yürüyemezsin.

Bir kiliseye katılman ve her düşünceni o kilisenin önderleriyle paylaşman gerekir.

 

Neden Dört İncil Var? (İncil mi, İnciller mi?)

Dört İncil dediğimizde ne anlıyoruz.

Gerçekten de toplumda inanılan gibi dört tane İncil mi var?

Bu dört İncil dediğimizde esasen İncil'in 27 kitapçığından ilk dördüdür.

 
« BaşlangıçÖnceki123SonrakiSon »

Sayfa 2 - 3
Kilise.org